11.01.2016 Ankara TOBB Başkanı M. Rifat Hisarcıklıoğlu, TOBB ÇEVREM Projesiyle ilgili toplantıda yaptığı konuşmada “Sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşamak, kalkınma ile çevre koruma dengesini gözetmek için, pek çok ülke gibi, ülkemiz de büyük bir çaba içerisindedir. Biz de özel sektör olarak bu çabanın parçasıyız ve bu konudaki rolümüzü daha da artırmak istiyoruz” dedi.
Hisarcıklıoğlu, “Sürdürülebilir kalkınmanın anlayışının benimsenmesi ve
bu kapsamda çevrenin korunması, enerji verimliliğinin teşvik edilmesi ve iklim
değişikliği ile mücadele, bugünün olduğu gibi, geleceğin de temel meseleleri
olacaktır” ifadesini kullandı.
##1059##
TOBB bünyesinde kurulacak Çevre ve Enerji Verimliliği Merkezi’nin Fizibilite
Çalışması Projesi (ÇEVREM) açılış toplantısı, TOBB Başkanı M. Rifat
Hisarcıklıoğlu’nun ev sahipliğinde, Çevre ve Şehircilik Bakanı Fatma Güldemet
Sarı ve Birleşik Krallık Büyükelçisi Richard Moore’un katılımıyla TOBB İkiz
Kuleler’de gerçekleştirildi.
TOBB Başkanı Hisarcıklıoğlu burada yaptığı konuşmada, TOBB ve Birleşik
Krallık Büyükelçiliği tarafından finanse edilerek, TOBB tarafından yürütülecek
proje ile Türkiye’nin AB üyeliği çerçevesinde özel sektörün, enerji
verimliliği, yenilenebilir enerji ve çevre stratejilerini güçlendirmek amacıyla
TOBB bünyesinde kurulması hedeflenen “Çevre ve Enerji Verimliliği Merkezi” için
ihtiyaç analizi ve fizibilite çalışması yapılacağını söyledi.
Türkiye’nin, aralarında BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi,
Çölleşme ile Mücadele Sözleşmesi ve Kyoto Protokolü gibi, çevre konusunda çok
sayıda uluslararası sözleşmeye taraf olduğunu Hatırlatan Hisarcıklıoğlu, “Bildiğiniz
üzere geçen ay Paris’te, iki hafta süren müzakereler sonunda, 2020 sonrası
küresel iklim rejimini belirleyecek “Paris Anlaşması” hazırlandı. Böylece iklim
değişikliği ile mücadelede yeni bir evreye geçmiş olduk. Aslında ilk defa 195
ülkenin tamamını kapsayan, evrensel bir iklim değişikliği ile mücadele
anlaşması söz konusu. Paris Anlaşması, taraf olacak tüm ülkelere bağlayıcı
hükümler getiriyor. Dolayısıyla taraf ülkelerin, çevre, enerji, yatırım,
kalkınma vb. politikalarında orta ve uzun vadede değişikliğe gitmesi gerekiyor.
Bu noktada ülkemiz önemli bir için bir
sıkıntı sözkonusu. Türkiye en baştan itibaren, bu müzakerelere 1.grup ülkeler
arasında kabul edilerek dahil oldu. Ne yazık ki Paris’te Türkiye’nin tüm
taleplerine rağmen, ne karar metnine, ne de Antlaşma metnine, Türkiye’nin özel
durumunun yazılmasına müsaade edilmedi.
Umarız önümüzdeki yıl Fas’ta yapılacak Konferansında bu husus bir çözüme
kavuşur. Aksi halde yeni anlaşmanın yürürlüğe girmesiyle birlikte, Türkiye’ye
karbondioksit emisyonlarında azaltım yükümlülüğü getirilecek.
Bunun sonucunda da, kurulması öngörülen “Çevre Fonu”nda, yararlanan
ülke değil, “donör” ülke konumunda bulunması ihtimalini doğacak. Yani gelişmiş
sanayi ülkeleri gibi mali yükümlülük altına gireceğiz. Oysa gelişmiş sanayi
ülkeleri ile gelişmekte olan ülkelerin iklim değişikliği konusunda tarihsel
sorumlulukları farklıdır. Ülkemiz bu global mücadele alanında elbette
sorumluluğunu yerine getirecektir. Ama hakkaniyet beklemek de hakkımızdır” diye
konuştu.
-Teknolojik dönüşüm zorunluluğu
TÜİK’in 2012 Sera Gazı Envanteri Türkiye’nin toplam sera gazı salımının
440 milyon karbon dioksit (CO2) eşdeğeri olduğunu gösterdiğini açıklayan TOBB
Başkanı, “Toplam sera gazı salımı sorumlusu olarak, Enerji Sektörü %70 ile en
büyük paya sahipken, endüstriyel işlemler %14 ile ikinci sırada yer alıyor. Yine
2012 yılında Türkiye’de kişi başına düşen sera gazı salımı 5,9 ton karbon
dioksit eşdeğeri olarak gerçekleşmiştir. Bu rakam da OECD ve AB ülkelerinin
ortalamasından halen çok düşüktür.
Elbette bu durum, bizi yeni koşullara uyum sağlamaktan alıkoymamalı.
Özelikle teknolojik dönüşümü bir an önce gerçekleştirmek zorundayız” dedi.
Hizmet sektörünün Türkiye’nin Gayrisafi Yurtiçi Hasılası’ndaki (GSYH)
yeri ve ağırlığının gittikçe arttığını bildiren Hisarcıklıoğlu, sanayinin
büyütülmesi zorunluluğuna işaret etti.
-“Yeni sanayi politikasını
kurgulamak zorundayız”
TOBB Başkanı Hisarcıklıoğlu şöyle konuştu: “Yeni çevresel koşulları,
dışarıya olan enerji bağımlılığımızı ve ekonomik koşulları düşünerek, yeni
sanayi politikamızı kurgulamak zorundayız. Dolayısıyla, daha temiz teknolojilerle yol
alırsak, bu süreci bir avantaja dönüştürebiliriz. Ayrıca, AB sürecinde de “Çevre Faslı ”21
Aralık 2009 tarihinden bu yana açık fasıllardan birisidir ve Türkiye bu konuda
ciddi yol almaktadır. Avrupa Birliği’nin
“Çevre” müktesebatına uyum konusu, teknik olarak zor ve aynı zamanda ciddi
yapısal değişimi gerektirmektedir. O zamanki adıyla Çevre ve Orman Bakanlığı
tarafından hazırlanan “Avrupa Birliği Entegre Uyum Stratejisi” raporu, uyum
sürecinin yaklaşık 60 milyar Avro tutarında bir yatırım zorunluluğu getirdiğini
ortaya koyuyordu. Dolayısıyla, geniş bir çevre gündemiyle karşı karşıyayız. Avrupa
Birliği ile müzakerelerde, “Çevre” faslındaki kapanış kriterleri göz önünde
bulundurulduğunda, iklim değişikliğini de kapsayan daha geniş bir çevre gündemi
ile karşı karşıyayız. Bu süreç, başta enerji, demir-çelik, madencilik, çimento,
cam, ulaştırma, tarım-hayvancılık, inşaat, kâğıt sanayi, otomotiv, denizcilik,
kimya olmak üzere birçok sektörümüzün geleceğini de yakından
ilgilendirmektedir.
Bu da bizi bekleyen değişime hazırlıklı olmamız gerektiğini gösteriyor.
Özellikle de enerji odaklı sektörler açısından bu dönüşümü iyi okumak
gerekiyor. Bu durum, çevre, ekonomi, enerji ve teknoloji alanında pek çok
politikanın ve hatta paradigmanın değişmesine sebep olabilecektir.
Şirketlerin dönüşen ekonomilere ayak uydurması rekabetçi kalabilmeleri
açısından kritik önem kazanıyor. Ayrıca,
dönüşen bu ekonomilerde yeni sektörler ve hizmetler de ortaya çıkmaya
başlayacaktır. Şirketlerin, yatırım kararlarını, iş planlarını ve operasyon
süreçlerini, çevreye olan etkileri ve iklim değişikliği riskleri açısından
değerlendirmeden yapamayacakları bir sürece doğru gidiyoruz. Bu süreci doğru
okuyan ve dönüşümü sağlayabilen şirketler açısından fırsatlar doğarken, bu
dönüşümü kaçıran ve uyum sağlayamayan şirketler için riskler oluşacaktır. Bu
yeni durum bizleri, özel sektörümüzü yakından ilgilendiren bu gelişim ve
dönüşümde sorumluluk almaya ve öncülük etmeye itiyor. Var olan üretim modellerinin geliştirilmesi ve
yeni üretim modellerinin oluşturulması gerekiyor. Bu modellerle üretim ve
çevrenin korunması konusunda denge gözeten, yani üretimden ödün vermeyen ve
çevreye de zarar vermeyen bir yapı oluşturulmalı. Aslında ekonomik faaliyetler ve çevre sorunu
bir arada ele alınıp çözüm yolları düşünüldüğünde, enerji en önemli konu
başlığını teşkil ediyor. Bu yüzden de enerji verimliliği bu süreçte üzerinde
durulması gereken bir diğer önemli konudur.Enerji verimliliği, hem çevresel
avantajlar sağlayacak hem de girdi maliyetlerinde azalmaya yol açıp rekabet
gücü artışına katkı sağlayacaktır.”
-1000 dolarlık üretime 400 litre
petrole eşdeğer enerji harcanıyor
Türkiye’nin enerji yoğunluğunun OECD ve AB ülkeleri ortalamasının
üzerinde olduğunu belirten Hisarcıklıoğlu, 1000 dolarlık milli hâsıla üretmek
için 400 litre petrole eşdeğer enerji harcandığını anlattı. Hisarcıklıoğlu, bu
rakamın OECD ülkeleri ortalaması için 200 litre olduğu bilgisini verdi.
TOBB olarak, Türkiye’nin ekonomik gelişmesini, şirketler kesiminin
güçlenmesini, rekabet gücünün ve istihdam artırılmasını düşündüklerini dile
getiren TOBB Başkanı, “Bunu yaparken elbette, çevre konusunda, iklim
değişikliği ve enerji konusunda, güçlü temelleri olan, kararlı, hem ekonomik
dönüşümümüzü, hem de Avrupa Birliği katılım sürecimizi destekleyen bir politika
takip edilmesi gerektiğine inanıyoruz. Bu politikayı birlikte oluşturmalı ve
birlikte, kararlılıkla uygulamalıyız. Sektörlerin ve şirketlerin intibak
maliyetlerinin hesaplanmasında birlikte çalışmalı, maliyetleri karşılamada
kaynak bulmalıyız. Yaşadığımız çevre; doğal kaynaklar ve kültürel değerler,
bizden sonraki nesle devretmek üzere bizlere bırakılan bir emanettir ve bu
emanete sahip çıkmak insani bir zorunluluktur. İş dünyası olarak bu emaneti kendimizden
sonraki nesillere devretmeye yönelik çabamıza devam edeceğiz. Bunun için de kalkınmaya “sürdürülebilir bir
kalkınma” anlayışıyla yaklaşmak bizim için esastır” ifadesini kullandı.
-Çevre ve Şehircilik Bakanı Sarı
Çevre ve Şehircilik Bakanı Fatma Güldemet Sarı ise konuşmasında,
küresel iklim değişikliği ile mücadele için 2030 yol haritasını
belirlediklerini belirterek, "Hızla gelişen bir ekonomi olarak sera gazı
emisyonlarını 2030 yılında yüzde 21’e kadar artıştan azaltmayı hedefliyoruz. Bu
hedefimizi kaliteli altyapı projelerini hayata geçirerek, yeni ve temiz
teknolojilerden yararlanıp, yenilenebilir enerji kaynaklarından daha fazla
istifade ederek ve enerji verimliliğini sağlayarak gerçekleştirmeyi
planlıyoruz" dedi.
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) tesislerinde düzenlenen
"Çevre ve Enerji Verimliliği Merkezi Fizibilite Çalışması Projesi"
açılış toplantısında konuşan Sarı, Birleşmiş Milletler rakamlarına göre, 2050
yılında doğal kaynakları daha da kısıtlı hale gelecek dünyanın bunu 9 milyar
insanla paylaşılacağını belirtti.
İnsanoğlunun kendi mevcudiyetini sürdürülebilir kılmak için ekonomik
büyümede, sosyal yaşamda, yerleşme ve yapılaşmada ekosistemi ve çevresel
dengeyi gözetmek zorunda olduğuna dikkati çeken Sarı, Bakanlık olarak daha
temiz şehirler oluşturmayı ve daha az doğal kaynak tüketen şehirler imar etmeyi
hedeflediklerini söyledi.
Sarı, yaşanabilir çevre ve marka şehirleri esas alan, uzun vadeli
stratejiler oluşturup, bu stratejilere ulaşma yolunda planlamalar yaptıklarını
ve planlamalarını eyleme dönüştürdüklerini anlattı.
İklim değişikliği ile mücadele ve çevrenin korunması kapsamında da ülke
olarak her zaman üzerilerine düşen görevi yapmaya hazır olduklarını dile
getiren Sarı, aralık ayında düzenlenen Paris İklim Konferansı'na Cumhurbaşkanı
Recep Tayyip Erdoğan'ın başkanlığında kamu özel sektör ve sivil toplum kuruluşu
temsilcilerinden oluşan geniş bir heyetle katıldıklarını hatırlattı.
- "Paris Anlaşması özel
sektör için bir dönüşüm sinyali veriyor"
2020 yılında yürürlüğe girmesi planlanan ve ortalama küresel sıcaklık
artışının 2 derecenin altında tutulmasını hedefleyen Paris Anlaşması'nın, 12
Aralık 2015'te 195 ülkenin oy birliği ile kabul edildiğini anımsatan Sarı,
iklim değişikliği ile mücadele kapsamında çok önemli sonuçları olan anlaşmanın
Türkiye'ye ve tüm dünyaya hayırlı olmasını temenni etti.
Sarı, şöyle devam etti:
"Ülke olarak küresel iklim değişikliği ile mücadele için 2030 yol
haritamızı belirledik. Hızla gelişen bir ekonomi olarak sera gazı emisyonlarını
2030 yılında yüzde 21'e kadar artıştan azaltmayı hedefliyoruz. Bu hedefimizi
kaliteli altyapı projelerini hayata geçirerek, yeni ve temiz teknolojilerden
yararlanıp, yenilenebilir enerji kaynaklarından daha fazla istifade ederek ve
enerji verimliliğini sağlayarak gerçekleştirmeyi planlıyoruz. Bu çerçevede,
gelecek nesillerin haklarını korumak için ülkemizin kapsamlı yeşil büyüme
politikalarını hayata geçirmesi önem arz etmektedir."
-Büyükelçi Moore
İngiltere'nin Ankara Büyükelçisi Richard Moore ise çevre sorunlarının
herkesi etkilediğini belirterek, "Herkesin enerji ile ilgili
yapabilecekleri var. KOBİ'lerin ve özel sektörün desteği olmadan çözümlerin
olmayacağı düşüncesindeyiz. Çevre ve ekonomi arasındaki bu etkileşim hem risk
hem de fırsat anlamına gelmektedir. Çünkü düşük karbondioksit yeni istihdam ve
yeni fırsatlar sunmaktadır. Kısacası yeni pazarlar ve verimlilik artışıdır.
Türkiye'de çok olumlu bir adım atarak Paris Anlaşması kapsamında taahhütte
bulundu. Bunu desteklemeye devam edeceğiz" değerlendirmesinde bulundu.